Bir akşam vakti, çarşıların kapanma saatinde Sülün Osman çaresizlik ve telaş içinde kuyumcunun önüne gelir.
Elinde 10 adet o günün parasıyla 1000 Tl. değerinde bilezik vardır. Kuyumcunun kapısında bir adam vardır. Sorar derdini. Karısının hasta olduğunu, bilezikleri bozdurup nöbetçi eczaneden ilaçlarını alması gerektiğini söyler.
Sadece 300 TL’ye ihtiyacı olduğunu, karısını ameliyat masasında bırakmak istemediğini ve gerisinin umurunda olmadığını belirtir. Adam ertesi sabah 1000 TL’ye bozduracağı için alır elindeki bilezikleri 300 TL’ye. Karlı bir alışveriş yapmıştır. Sabah olup kuyumcuya gittiğinde ise bilezikler sahte çıkar. Veryansın koşar karakola dolandırıldım diye. Ava giderken avlanmış olmanın hezimetiyle. Arayıp bulurlar Sülün Osman’ı. Sülün Osman savunmasını yapar;
"Benim dolandırdığım insanlar dolandırıcıydı aslında. Yani bana yaklaşma sebepleri beni dolandırmaktı. On tane bilezikle geliyorum adamın önüne akşam vakti. Kuyumcunun kapısındayız. Dükkan kapalı. Karımın hastalığını anlatıyorum, acilen bilezikleri bozdurmam gerektiğini, o an nöbetçi eczaneye gidip hastaneden istedikleri ilaçları almamın şart olduğunu söylüyorum falan. Adam sabah kuyumcuya gidip bilezikleri bin liraya bozdurabileceğini ve birkaç saat içinde havadan 700 lira kazanacağını düşünüyor. Demiyorlar ki ona, be adam bin liralık bileziği 300 liraya almayı düşünürken aklında ne vardı, diye. Gayet açık ki, beni dolandırmayı planlamıştı. Ben hayatım boyunca beni dolandırmaya kalkışmamış tek bir kişiyi dolandırmadım."
Seviyorum böyle düşünmeye sevk eden ibretlik hikayeleri. Biraz hayatlarımıza baktığımızda örnekleri çok fazla. Vardır böyle insanlar. İnsanların, çaresizliklerinden, düşkünlüklerinden beslenen. Hatta zaman zaman bilinçli olarak önce çaresizliğe düşürüp, sonra kendine mahkum eden. Hakkınız olanı dirhem dirhem, iyilik yapar gibi, var gibi ama yok gibi bir şekilde sunan. Böyle bir verip on almayı, bazen de vermeden almayı sever onlar. Gemilerini yürüten kaptanlar. Bilinçli veya bilinçsiz, bilerek veya bilmeyerek hemen hemen hepimiz karşılaşmışızdır benzer konularla. İş hayatımızda, özel hayatımızda, arkadaşlıklarımızda… İnsanlar sizin üzerinizden planlarını yaparlar. Size bir miktar fayda sunar gibi görünmelerine rağmen, asıl sizden elde edecekleri faydanın peşindedirler. Ama bazen sizin onlardan daha akıllı olabileceğinizi gözden kaçırırlar. Plan bozulmuş, sağ gösterip sol vuramamışlardır. Diledikleri gibi nemalanamadıkları zaman ise, sahte bilezikleri alan adam gibi çığırtkanlaşırlar. Sizin aklınız karşısında ezilmenin ağırlığını kaldıramazlar. Kendimde dahil nerde bir çığırtkanlık görsem durup bakarım. Öz niyetimi, öz niyetleri sorgularım.
Dedim ya bilinçli veya bilinçsiz, bilerek veya bilmeyerek. Genellikle otomatik pilotta yaşadığımız için farkında olmayabiliriz de yaşadığımız veya yaşattığımız hezimetlerin. Öz niyetler önemlidir. Bir kişi üzerine basıp geçsinler diye taş koyarken, bir diğeri ayakları takılmasın diye taşı yoldan çeker. Her iki davranışta da niyet sahihtir. Niyetiniz sahih ise belki düşersiniz ama daha sahici kalkarsınız. Şimdi hikayede acaba, adam bilezikleri zarar ettirerek değil de, gerçek değerinde almak isteseydi Sülün Osman ne yapardı? Dolandırır mıydı yine? Veya bir kişinin acizliği veya hakkının ne olduğunu idrak edememesi, karşı tarafa onu gasp etme hakkı verir mi? Biraz bakalım kendimize diyorum. Nerelerde Sülün Osman, nerelerde altını ucuza kapatmaya çalışanlarız. Sonra bu hikaye üzerine düşünürken bir şarkı çalındı kulağıma;
Abe yeter git işine, şişirme beni daha,
Bırak artık havaları, verme beni ceryana,
Haydi şimdi al voltanı, naş git başka kapıya.
Bu da sana bir ders olsun, gelmem artık oltaya.
Balıkesir Bandırma, boşver gitsin aldırma,
Kaçan balık büyük olur, kaçamayan ızgara…
Eh balık kaçmış artık. Yapacak bir şey yok. Bir balık da sonsuza kadar ızgara olamaz ya. Yani en azından olmamalı… Sonra der balıkçıya;
“Çal bir roman havası da, unut artık derdini”
Eh ne diyelim artık biz de “Çal bir roman havası da ,unut artık derdini!”
Öz niyetlerimizle cesaretle yüzleşebildiğimiz, onarabildiğimiz, yağmalamadığımız ve yağmalanmadığımız, kaybetmek pahasına umutları gasp etmediğimiz, emeklerin kıymetlendiği, insanlığın onurlandırıldığı yarınlara umutla ve sağlıcakla.
Şuraya bolca ayna ve çuvaldız bırakıyorum hediye olarak. Dileyen alabilir…