Düşünmek, var olan en ağır iştir; bu sebeptendir ki pek az insan bu işle uğraşır. Henry Ford
Falcıların doktorlardan daha çok kazandığı, mutlu eden yalanların, yüzleşilmesi gereken acı gerçeklere açık ara fark attığı, ayak sağlığını destekleyen hakiki deri bir ayakkabının satış rakamlarının, ünlü marka olan plastik bir ayakkabının satışlarına asla erişemediği bir alan…
Markalara olan düşkünlüklerimize bakalım diyorum biraz. Kalite aşkı başka bir şey. Eşyada, insanda, ilişkilerde en önemlisi de kendimizde… Peki marka demek kalite demek midir? Aynı fabrikadan, aynı üretim tezgahından çıkmış iki ürünü yan yana koyduğumuzda, biri etiketli diğeri değilse, etiketsiz olanı tercih eder miyiz? Veya o etiketli ürünü üzerimize geçirmek, biz olan bizi kaliteli yapmaya yeter mi? “Tenekeyi parlatsan, çeyrek altın eder mi?” misali… Fakat öyle oluşmuş bir algı var ki, şu marka ayakkabıyı giyersen , şu marka telefonu kullanırsan seçkin olursun, şu marka yüzüğü takarsan değerli olursun. Hepimiz dönem dönem düştük bu tuzaklara. Özellikle okul yıllarında. Düşünsenize çok komik değil mi? Bir marka sizi nasıl daha kaliteli hale getirebilir, sizi nasıl daha değerli yapabilir, daha seçkin kılabilir? Nasıl bir sınıfa mensup edebilir, sınıf atlatabilir? Sınıf nasıl atlanır? O sınıfın derslerini alır, bilgilerini özümser, sınavları da başarıyla tamamlarsanız bir üst sınıfa geçersiniz. Tabi günümüzde para vererek de geçiliyor sınıflar ama yolun sonunda testinin içi boş kalabiliyor. Gerçi hoş ye kürküm ye yapısı da, göz ardı edilemez tabi. Hep suni, hep suni, gerçeklikten uzak algılar. Tam da oluşturulmak istendiği gibi… Değerlilik, seçkin olma hissini satarak cebimizdeki parayı çekmek aslen yaptıkları. Bugün üst düzey bir çok iş insanının son model cep telefonu kullanmazken, asgari ücretle çalışan kişilerin büyük zorluklarla o telefonlara sahip olması çok ilginç. Kalite istisnasız herkesin hakkı. Lakin ayırt edebilmek önemli. Kalite sağlığımıza, konforumuza hizmet etmeli. Öncelik etiket değil, kalite olmalı. Öncelik kendimiz olmalı. Öncelik kendi değersizlik duygumuzla yüzleşmek, kendimizi madden ve manen güçlendirmek olmalı ki, dışarıdan bir tamamlayıcı hissi satın almaya ihtiyaç duymayalım. Zengin hissetmek için değil de, zengin olmak için yönetebilelim paramızı.
Peki algıyı yönetmek bu kadar kolaysa , neden aksi yönde yönetilmedi ki? Madem aldıklarımızla, giydiklerimizle fark oluşuyorduysa, yerli malı kullanmak yüceltilseydi, farklı, seçkin kılınsaydı. Günden güne yok edileceğine.
Yazacak çok şey var da, diyorum ki, şöyle marka patentli düşünce sistemleri, eğitim setleri, kitapları ortaya atılsa bir akım oluşur mu? …… eğitim serisi. Böyle herkes alır, okur, kafelerde her masa da, çok kişinin elinde birer tane görür müyüz?
Siz siz olun kaliteden ödün vermeyin, üreticiyseniz de, tüketiciyseniz de…