35 yıl sonra hapisten çıkan Baran (Şener Şen), sırtında yeşil pardesü ile yıllar öncesinde yarım kalan bir aşkın finali için Berfo (Kâmuran Usluer) ağanın evine hışımla girer.
Arkadaşına ihanet ederek sevdiği kızı elinden alan Berfo'nun kendine göre gerekçeleri vardır. Yıllardır sevdiği adamın yasını tutan ve sözcüklerini içine gömen Keje (Şermin Hürmeriç), hep susmuştur.
Baran, ikinci veda'ın hüznü ile Keje'ye: Belki bir gün dönerim der. O gün ilk kez kendi sesini duymanın şaşkınlığı ile mırıltılı bir tonda şu sözcükler dökülür Keje'nin ağzından: Sen gel, bekleyeceğim ve o güne kadar hep susacağım.
Aklımda kalan kadarı ile Eşkıya filminin en can alıcı diyalogları idi, yukarıda söylenenler.
Susmayı o vakit ne çok özlemiştim. Belki de hep susmak istiyordum ama bunu birinin ya da birilerinin bana hatırlatması gerekiyormuş. O günden beri susmaya karşı özel bir iştah duydum. Tam manası ile başardığımı söyleyemem. Susmayı becermenin de bir yaşı bir mevsimi varmış.
Konuştuğum anların değil de sustuğum anların güzelliğini fark etmem o günlerden sonra oldu. İnsan susarak da yaşarmış, nefes alırmış. Belki de sözcüklerimizin tükenmesini mi bekliyorduk o vakte kadar, kim bilir?
Bizden başka evrenin tüm konukları hep susuyormuş oysa. Ağaçlar, kelebekler, gökyüzü, karıncalar, tırtıllar, solucanlar… Binlerce lâkırdının içinde susarak var olanlar varmış. Susmak yaşamakmış.
Zamanında ve yerinde susmayarak neleri kaybettiğimi hatırladım sonra. Sükûnetin o büyülü davetini kaç kez inatla reddettiğimi, içimi kanatan bir soru çengeliyle anımsadım. Konuşarak, mütemadiyen ve ölçüsüzce konuşarak nasıl çürüdüğümüz geldi aklıma. Bizi ufaltan, küçülten ve pelteye dönüştüren meğer ağzımızdan dökülenlermiş.
Susmayı, çoğu kez mahcubiyetimizi örtmek için kullanmadık mı? Unutulmak korkumuzu yenmek için… Susmayı sadece sloganlara hapsettik: Susma, sustukça sıra gelecek. Konuştukça sıra bize geliyor aslında. Aleladelik sırası, bayağılık, bomboşluk sırası…
Akşamdan üzerine yatıyoruz kelimelerimizin. Sabah kalktığımızda kırışıkları düzelmiş bir şekilde, tekrar tekrar kullanalım diye.
Hayata sıcak bir fincan çayın buğusu gibi karışmak varken, tutup en galiz efektlerin yarattığı o irkintiye sığınmışız. Lâfı uzatarak, eğip bükerek, toprağın üstünde duran tüm nesneleri nasıl incittiğimizi bile fark edememişiz.
Susmaya nereden başlasak? Günde kaç kez susarsak, susmuş olacağız, kim bilir. Anlamsız diyaloglar sürdüğünde susma temrinlerine başlasak. Bir kez de susarak bakmayı denesek eşimize, çocuğumuza, sevgilimize, annemize, babamıza, dostumuza keza….
Konuşmayı, güzel ve etkili konuşmayı öğreten onca kurumun ilanlarına rastlıyorum bazen. Hatta bu konuda yayınlanan kitaplar da var. Hepsini yüklesek bir tren vagonu dolar da taşar. Oysa susmanın ne kursu, ne de kitabı var. Ne arayanı ne özleyeni var.
Sahi, susmayı öğrenebilecek miyiz?