Çocuklar yuvaların meyveleridir. Bazı meyveler olgunlaşınca, bazıları da dallarda kendilerini göstermeye başladıkları andan itibaren güzel ve tatlıdır. Çocuklar da dünyaya geldiği andan itibaren farklı güzellikler, tatlılıklar sergileyen meyvelerdir. Giderek büyürler ve her merhalede farklı sevilirler...
Dünyaya ağlayarak gelseler bile, onların ağlayışları çevrelerinde sevinç dalgalarına vesile olur, gönüllere ümit güneşleri doğar... Onlar yepyeni bir başlayış, yeni bir umuttur. Dünyaya gözlerini yeni açan bir çocuk, köhnemiş yer yer küf tutmuş dünyaya tazeliğin, yeniliğin bir müjdesidir...
Zikr-i Hakîm’de;
"Mal, mülk ve çocuklar dünya hayatının gönle hoş gelen ziynetidir, süsüdür. " (Kehf, 46.) buyrularak işaret edildiği gibi onlar dünya hayatının ziynetidir, süsüdür.
Âyet-i kerimenin devamı, ebedî kalıcı olan amellerin Allah katında daha hayırlı, daha ümit verici olduğunu vurgular.
Bu çerçevede düşünüldüğünde bizlere bahşedilen servet ve çocuklar, dünya hayatıyla birlikte faniliğin dehlizlerinde kaybolup gitmekten kurtarılır, hayırlı ameller işlemek için sermaye ve imkân haline getirilirse bu elbette ki bu daha hayırlıdır.
O zaman insan hayat sonrasına uzanmayı başarmış, gelip geçici olmaktan kurtulmuş, gök kubbe altında adının hayırla yâd edilişine yol bulmuş olur.
Bunun güzelliği tartışılamaz. Dolayısıyla çocuklar, bir insanın amel defterinin ölümden sonra da hayırlı ameller için açık kalma ümididir.
Allah Rasûlü (s.a.s.) müminlere yaptığı bir tavsiyede şöyle buyurur:
"Sevgi dolu olan ve doğurgan kadınlarla evleniniz. Ben diğer ümmetlere sizin çokluğunuzla övüneceğim." [Sünen-i Ebî Davûd, Nikah (2/ 542), Sünen-i Nesâî, Nikah (7/ 65-66.)]
O, yuvaların kurulmasını, kurulan yuvaların sevgiyle, şefkatle, çocuk cıvıltıları ile dolmasını istiyor.
İman nuru ile aydınlanan yuvalardan filizlenen yeni nesillerin yetişmesini ve İslâm şuuruyla yoğrulmalarını, mü’min gönüllerle ümmet bütünlüğü içinde birbirlerine perçinlenmelerini, kenetlenmelerini ve her geçen gün çoğalmalarını arzu ediyor.
Enes (r.a.) anlatıyor: Allah Rasûlü (s.a.s.) düğünden dönen kadınları ve çocukları görmüştü. Bu manzarayı Rabb’inin bahşettiği bir nimet bilerek ayağa kalktı, sevincini ve sevgisini;
"Siz, insanların gönlüme en hoş gelenisiniz" buyurarak dile getirdi. [Sahihi-i Buhârî, 16/ 359] Bu Ensar’a ve Ensar’ın filizlenip çoğalmasına duyulan sevgi ve sevincin bir ifadesiydi.
Yıllar yılı çekilen çilelerden, İslâm nurunu gönüllere yerleştirmek için sürdürülen gayretlerden, onun söndürmeye çalışan zalimlere karşı verilen mücadelelerden sonra tabii bir hayat akışına geçiliyor, kadınlar ve çocuklar yeni kurulan bir yuvanın sevincini üzerilerinde taşıyarak bir düğünden dönüyorlardı.
Bunlar, kendi öz yurtlarından dışarı atılan, yakınları, akrabası tarafından dışlanan İslâm’ın ilk neferlerine kucak açan, onları kardeş bilerek bağırlarına basan Ensar’ın kadınları ve çocuklarıydı. Bu görünüş, yeni bir baharın müjdecisiydi...
Onların sergilediği bu canlı levha ve gelecek günlere müjdeler taşıyan görünüşleri Allah Resulü'nü sevindirmiş ve Kâinatın Efendisi duygularını bu şekilde kelimelere dökmüştü...
ÇOCUKSUZ YUVALAR
Yuvalar, içinde İslâm sıcaklığının, iman aydınlığının hissedileceği, aynı duygu ve şuurla dolu çocuklarla içlerinin şenleneceği arzu ve ümidiyle kurulmalıdır.
Dünya devam ettikçe devam edecek sağlam bir zincirin en sağlam halkalarından birisi olma azmini taşımalıdır.
Elbette ki sıhhî sebeplerle çocuğu olmayan kardeşlerimiz de aramızda olacaktır. Veya ortada sıhhî sebep olmasa da çocuk sahibi olamamış, hatta arzu ettiği halde yuva kuramamış insanlar da bulunacaktır.
Bu durum onların hatası manasına gelmeyeceği gibi, daha fazla ecir elde edebilecek imkânlar, fırsatlar bulamayacakları manasına da gelmez.
Belki bu insanlar salah, takva ve hizmetleriyle çok daha büyük hayırlara vesile olabilirler ve çok daha fazla ecir elde edebilirler. Nitekim nice hayırlara, güzelliklere vesile olanları da görüyoruz. Hz. İbrahim (a.s.) ve Zekeriyâ Aleyhisselâm’ın uzun yıllar çocuklarının olmadığı unutulmamalıdır.
Daha nice hayırlı insanın, ilim, irfan ehlinin de çocuğunun olmadığı bir hayat gerçeğidir.
Ancak ümmetin devamı, çokluğu, sağlam temellere oturuşu, geleceğe daha umutlu bakışı, aile sıcaklığında yetişen, maddî gıdalardan çok manevî gıdalarla gelişen çocuklar iledir... Bu gerçek de asla unutulmamalıdır.
Bu gün maddî gıdaların ve imkânların çoğaldığı, manevi duyguların ve güzel hasletlerin azaldığı da gözden ırak tutulmamalıdır. Hz. Meryem’deki gönül safiyetini, Allah'a teslimiyetini, kendisi için hazırlanan odasında, mihrabında iken Rabbi tarafından rızıklandırılışını görünce yüz yaşına yaklaşan Zekeriyâ Aleyhisselâm'ın kalbinin de böyle bir çocuk sahibi olmanın arzusuyla doluşu ve:
"Bana hayırlı, güzelliklerle dolu nesil lütfeyle! Şüphesiz sen duaları işiten ve kabul edensin!" (Âl-i İmrân, 38.) duası üzerinde düşünülmelidir.
Bizim hayır ve güzelliklerle dolu bir nesile, böyle bir neslin yetişmesine için yükselen şuura ve gayretlere ihtiyacımız var...
HAYATIN DEVAMI EŞLER VE ÇOCUKLAR İLEDİR
Rabbimiz Zikr-i Hakîm’de;
"Allah size kendi cinsinizden eşler verdi ve eşlerinizden de sizlere çocuklar ve torunlar yarattı; sizi güzel ve temiz nimetlerle rızıklandırdı." (Nahl, 72.) buyurur.
Hayatın devamı eşler, çocuklar ve onları takip ederek halkaya eklenen torunlar iledir. Akıp giden bir hayatın içinde insanın neslinin, yani çocuklarının ve torunlarının bulunması ve asırlar sonrasından torunlarının onu yâd etmesi çok güzel bir duygudur.
Bu yâd ediş, sadece adını veya var oluşunu, unvanını, huylarını, şeklini yâd edişten öte hayırlı bir yâd ediş olursa elbette daha da güzeldir.
Hele de hayırlı torunlar tarafından olursa, bu hayırlı torunlar amel defterini güzel ameller için açık tutarlarsa bu çok daha güzeldir.
Elbette ki gelecek günlerin neler getireceğini bilemeyiz. Ancak niyetlerimizi, emel ve ümitlerimizi güzelleştirmemiz, bunun için gayret etmemiz, gayretlerimizi dualarımızla bütünleştirmemiz bizim elimizdedir.