Bugün MEB'in 2017 yılında düzenlediği "Türkçe Sevgisi" makale yarışmasında Malatya İl Üçüncüsü Türk Dili ve Edebiyat Öğretmeni Yunus Laçin'in "Türkçe'yi Türkçe Sevmek" adlı makalesini buldum ajandamın arasından... Üşenmedim bu güzel yazıyı temize çekerek şuracıkta sizlerle de paylaşmak istedim:
Konfüçyüs’ten asırları delip gelen bir ses: “Bir memleketin idaresini ele alsaydım, yapacağım ilk iş, dili gözden geçirmek olurdu. Çünkü dil kusurlu ise; kelimeler düşünceyi anlatamaz. Düşünce iyi anlatılamazsa; görev ve hizmetler iyi yapılamaz. Görev ve hizmetlerin iyi yapılamadığı yerlerde âdet, kural ve kültür bozulur. Âdet, kural ve kültür bozulursa adaletin terazisi bozulur. Adalet bozulursa, şaşkınlık içine düşen halk ne yapacağını, işin nereye varacağını bilemez. İşte bunun içindir ki hiçbir şey dil kadar önemli değildir.”diyerek dilin insan ve toplum hayatında ne kadar önemli bir temel taşı olduğunu belirtmiştir.
Tanımlarını bile dilen bir kavramdır dil. İletişim aracı, sosyal bir mekanizma, canlı bir varlık, düşünceyi ve zekâyı sese döken kodlama sistemi gibi tanımlarla ifade edilir. Dil, millî hafızanın, millî hatıraların, duyguların ve düşüncelerin, kültürün, bütün buluş ve yaratışların ortak hazinesidir. Dil, unu yoğuran ve bir teknede kıvama getiren mayadır. Ve narda dem alıp dile gelen, gözü ve gönlü doyuran bir anadır. Aileyi, mahalleyi, memleketi harmanlayan emektir. Memleket havasını, suyunu, toprağını tadan ve tattıran hemşeridir dil. Milletin en önemli sosyal varlığıdır. Dil bir milleti millet olma, birlikte yaşama ülküsü; var olma, egemen olma erekleri etrafında toplayan ve insana can suyu veren bir havzadır. Tren vagonlarını aynı rayda sürdüren lokomotif, halkaların zincir olmasını sağlayan omurgadır. Aynı ülküler etrafında toplanma ve birlikte hareket etmenin ilk durağı dildir. Dil kuşakların sahip olduğu bilgi ve kültür birikimlerini yarınlarına ulaştıracak köprüdür. Milletlerin yaşam felsefesi ve zihniyetlerini yaşatan, taşıyan, koruyan şuur bilinci, dil bağıdır. Dillere farklı karalardan denizlerden tat düşmüş, insan gruplarını halk, millet, devlet yapan iletişim ağına dil denmiş. Bu dil ağının 3500-4000 civarında olduğu bilinmektedir.
İnsanın varlığıyla var olan dil, yaratıcının ona bahşettiği en büyük ihsanlardan biridir. "Göklerde ve yerde bulunan her şey Allah'ı tesbih etmiştir. O, Aziz'dir, Hakîm'dir." ayeti ve ‘‘Gökleri ve yeri yaratması, lisanlarımızın ve renklerimizin farklı olmasıdır.’’ ayetlerinde belirtildiği gibi canlı ve cansız mahlûkatın kendini ifade ettiği bir anlaşma sistemi vardır. Yani dil ilahi bir ikramdır insanoğluna. Hz. Âdem (as)’e öğretilen ve “talim-i esma” olarak ifade edilen hususlar, Allah’ın güzel isimleridir. Hz. Âdem ve sonraki nesillerin, masivada var olan eşyanın hikmetini anlayabilecek bir kabiliyette yaratıldığına işaret edilmiştir. Said Nursî’ye göre, Hz. Âdem’e öğretilenler arasında insanların kullandığı değişik dillerin temel esasları öğretilmiş ve aynı zamanda bu dilleri geliştirme kabiliyeti de insana verilmiştir. İnsanoğlu yaşam serüveninde ihtiyaçlara göre dilini geliştirmiş ve ona yaşamının tadını yüklemiştir. Yaratıcının Türk töresi ve mizacına göre bizlere biçtiği dil, Türkçemizdir.
Asya ve Avrupa’nın kesiştiği noktada stratejik bir bölgeye sahip ülkemizin dili, 8500 yıllık köklü bir maziye sahip olup dünya kültür ve mirası için önemli bir dil bağıdır. Türkçe yaklaşık 12 milyon km kare bir alanda 220 milyon kişi tarafından konuşulan büyük bir dil olup en yaygın 10 dil sıralamasındadır. Türkiye, Kıbrıs, Balkanlar, Orta Asya ve Orta Avrupa ülkeleri başta olmak üzere geniş bir coğrafyada konuşulmaktadır. Dilimiz Ural-Altay dil ailesine bağlı, Oğuz koluna mensup bir dildir. Türk dilinin Çuvaşça ve Yakutça olarak iki büyük lehçesi, 50 civarında şivesi bulunmaktadır. Türkçenin bölgeden bölgeye, şehirden şehire söyleyiş farklılıkları gösteren Aydın ağzı, Karadeniz ağzı, Urfa ağzı gibi yerel özellik gösteren birçok dalı vardır. TDK’nın verilerine göre ‘‘Büyük Türkçe Sözlük’’te toplam 616.767 söz varlığı bulunmaktadır.
İlahi olmakla birlikte tarihi geçmişi, kullanım alanı ve dille verilen eserler dikkate alındığında Türkçenin dünyanın en etkin on(10) dili arasında olduğu bir gerçektir. Türkçenin gramer yapısı, kelimelerin anlam zenginliği, eklerin işlevsel ve yapısal fonksiyonları ve tarihi seyir içinde Türkçe ile verilen sanat eserleri Türkçenin anlam zenginliğini ve gücünü gösteren delillerdir. Yapısal olarak sondan eklemeli ve çekimli bir dil olan Türkçe gelişime, üretime açık bir dildir. Hem yapım hem çekim eklerinin kelime veya cümleye kattığı anlama göre türünün ve isminin değişmesi Türkçeye matematiksel bir yapı kazandırmıştır. Örneğin ‘‘-ı,-i’’ ekleri, ‘‘Ev-i temizledi.’’ cümlesinde hal eki; ‘‘Ev-i çok güzeldi.’’ cümlesinde iyelik eki; ‘‘Diz-i çok komikti.’’cümlesinde yapım eki görevindedir. Türkçe fonetik olarak müzikalite gücü yüksek, öğrenmesi ve ezberi kolay bir dildir. Ses uyumu yönüyle bam teli ve tiz tellerinin her dem akortlu olduğu bağlama gibidir. Türkçe, kelimelerle resim yapılan ses ve ahenk sanatıdır. Söz varlığı zengin olup kelimelerin çok anlamlılığı, imgesel ve sanatsal tadı, deyimleri, atasözleri, bölgesel pratik ve kıvraklığı, kelimelerin izdivacı, mecazlı ve cinaslı olması sebebiyle zengin bir dildir.
Karacaoğlan’ın:
‘‘İncecikten bir kar yağar,
Tozar Elif Elif diye.
Deli gönül abdal olmuş ,
Gezer Elif Elif diye.’’ dizelerinde anlam zenginliğini görebiliriz.
Yunus Emre’nin:
‘‘Ya elim al kaldır beni,
Ya vaslına erdir beni,
Çok ağlattın güldür beni,
Gel gör beni aşk neyledi.’’ dizelerinde Türkçenin ahengini ve ritmini duyabiliriz.
İlk örneklerini Orhun Yazıtlarında veren dilimiz, tarihi süreç içerisinde lehçelere, şivelere, ağızlara dallanıp budaklanmış, envai eserler bu dille nakış nakış gâh taşlara gâh nakışlara işlenmiştir. Türkçe ezelden beri Türkler için dil olmaktan çok şey ifade etmiş, gönül dili olmuştur. Eşya ve tabiattaki ilahi sanat ve estetik, dille zikre dökülmüş ve edebiyatı doğurmuştur. İnsanın içindeki güzellik duygusu, malzemesi dil olan edebiyat ile ince elenip sık dokunarak ürüne dönüştürülmüştür. Destanlar Türkçe yazılmış, türkülerle yayılmış, ozanlar sazın telini uzun havalarla titretmiş, millet Türkçe duymuş, düşünmüş ve yalnız Türkçede lezzet bulmuştur, ana sütünü onda tatmış, can suyunu onla yudumlamıştır. Ağlayıp güldüğümüz, kına çaldığımız, ağıt yaktığımız dil Türkçe. Yunus Emre ile inceliklerini tattık, Köroğlu’nda yiğitliği kattık, Veysel’de görmeden sevdik tezeneyi, Cahit Zarifoğlu’nda gizledik gizemlerimizi. Neşet Ertaş’la Türkçe çığırdık emellerimizi, turnalara, pınarlara, Leylalara. Dağlara, karlara, yarlara Türkçe ile seslendirdik ezgilerimizi. ‘‘Zahide’’m ile efkârlandık, ‘‘Mihriban’’ın yolunu ‘‘Kara Tren’’le gözledik. Mecnun için çölleri, Şirin için dağları Türkçeyle aştık.
Oğuz Kağan; ‘‘Tanrım! Türkçe konuşulan, Türklere yurtluk yapmış ve yapacak olan bütün coğrafyaları kıyamete dek, Türk’ün hükmü altında bırak ve onları ebediyen dilleri, gelenekleri, bayrakları ve vatanları ile beraber koru, onlara yardımını esirgeme Rabbım!’’ duasıyla Türkçe sevgisini ve ona hizmetin yolunu açmıştır. On birinci asırda yazılan ‘‘Divanü Lûgati’t-Türk’’ adlı eser çağlar öncesinde Türkçenin gücünü ispatlamak amacıyla yazılan ve 8624 kelime ile ilk sözlük derlemesi olarak çağına damga vuran nadide bir eserdir. Kaşgarlı Mahmud eserinde; Türk dilinin yüceliğini, bu milletin adını da Tanrı'nın verdiğini, Hz. Muhammed'in Türk milletini sevdiğini kitabının ön sözünde şu cümlelerle ifade etmektedir:
" Ben, Buhârâ'nın, sözüne güvenilir bir imamından, ayrıca Nîşaburlu bir imamdan işittim, ikisi de senedlerle bildiriyorlar ki Peygamberimiz, kıyâmet alâmetleriyle âhir zaman fitnelerini ve Oğuz Türklerinin ortaya çıkaracaklarını bildirirken; Türk dilini öğreniniz! Çünkü onların uzun sürecek saltanatları olacaktır, buyurmuş." diyor ve muhakemeyi yapıyor:"Bu hadîs doğru ise Türk dilini öğrenmek vâcip demektir. Eğer uydurma ise o zaman da akıl ve i'zan bunu îcap ettirir."
Ali Şir Nevâi, Türk diline hizmetlerini, Türkçenin güzelliğini, Türkçenin üstünlüğünü şöyle dile getirmiştir:"Anadili üzerinde düşünmeğe koyuldum: Türkçenin derinliklerine dalınca gözlerime on sekiz bin âlemden daha yüksek bir âlem göründü. Bu âlemin gül bahçelerine girdim. Gülleri, feleğin güneşinden daha parlaktı. Bu yol yüksek himmet istiyordu. Ben bu yoldan vazgeçmedim. Onun seyrine doyamadım. Bu yolda yürümekten korkmadım ve yılmadım. Türkçenin fezâsında tabîatımın at'ını koşturdum; hayâlimin kuş'unu kanatlandırdım. Türk dillerinin inceliklerini bu risâlede toplayıp, açıklayıp yazdım ve ona Muhâkemetü'l-Lügateyn adını koydum.’’ Bu satırlar Türk şairinin Türk dili için nasıl bir gayretle çalıştığını, Türkçeyi Türkçe sevmenin güzelliklerini sergiliyor.
Karamanoğu Mehmet Bey’in: "Bugünden sonra hiç kimse divanda dergâhta, bârgâhta, mecliste ve meydanda Türkçeden başka dil konuşmaya.” fermanı, şair ve yazarları Türkçeyi tercih etmeye teşvik etmiş; böylece Türkçenin önünün açılmasında önemli bir katkı sağlamıştır. Dede Korkut, Ahmet Yesevi, Mevlana, Yunus Emre, Süleyman Çelebi, Âşık Paşa, Şemsettin Sami gibi üdebalar, mutasavvıflar; Türkçenin güzelliğini, anlam zenginliğini, başka dillerden üstünlüğünü eserleri ve söylemleriyle göstermişlerdir.‘‘Türkçem, benim ses bayrağım...’’ diye seslenen Fazıl Hüsnü Dağlarca, yazdığı eserlerle dalgalandırmış Türkçenin rengini gözlerde; ahengini, ritmini kulaklarda yankılatmış ve tadını dillere tattırmıştır. Yahya Kemal Beyatlı “Bu dil ağzımda annemin sütüdür.” diyerek gönül vermiştir Türkçeye. Türkçe tattırmıştır ‘‘Aziz İstanbul’u’’ bam telinden gönül diline. Azeri-Türk divan şairi Fuzuli:“Ey Arap, Acem ve Türk milletlerine feyiz veren Rabbim! Sen Arap kavmini dünyanın en fasih konuşan kavmi yaptın, Acem hatiplerinin sözlerini İsa’nın nefesi gibi cana can katan bir güzelliğe ulaştırdın! Ben Türk’üm ve Türkçe söylemek istiyorum! Tanrım, benden iltifatını esirgeme!” yakarışı ile Türkçeye verdiği önemi göstermiştir. Sultan Abdülhamid ‟Kanûn-i Esâsî” de:
“Teba-i Osmaniye ‟nin hidemâti devlette istihdam olunmak için devletin lisan-ı resmisi olan Türkçeyi bilmeleri şarttır” diyerek Türkçenin kullanımını teşvik etmiş, başka dillere karşı Türk dilini koruma altına almıştır. ‘‘Güzel dil Türkçe bize/Başka dil gece bize.’’ diyerek sırt vermiştir Ziya Gökalp Türkçeye. Türk milliyetçilik meşalesini Türkçe ile tutuşturmuş.
Türkçeyi Türkçe seven Ruşen Eşref Ünaydın’a ait satırlar Türkçe sevdasının en güzel terennümleridir:“Türkçe; buyrukların dili, yurt-yapı kuranların dili, ülkeler gibi denizleri de şanla aşmışların dili, toprağı işleyenlerin dili, beyinleri uyandıranların dili, sevgilerin dili, sızıların dili…
Türkçe; analarımızın dili. Ana dil, diller güzeli. Yerine göre kılıçtan keskin, çelikten sert, kayadan sarp, boradan hızlı, kelebekten uçucu, çiçekten renkli, kokudan tatlı, altından parlak, sudan duru Türkçe… Babaların öğütlerini, anaların yumuşak yürekliliğini, kızgınların öfkesini, kırgınların iniltisini, ay ışıklarının oynaklığını, güneş parıltısının keskinliğini, iç yaşayışımızı da dış yaşayışlarımız gibi her dilden duygulu anlatan Türkçe, bize hayatı anlatan Türkçe… ’’
Mustafa Kemal Atatürk de Türk Dil Kurumunu kurması ve bu günü ‘‘Türk Dil Günü’’ olarak ilan etmesi Türkçeye ne kadar önem verdiğinin bir göstergesidir. ‘‘Türk milletindenim diyen insan her kişi, her şeyden önce “Türkçe konuşmalıdır. Türkçe konuşmayan bir insan; Türk kültürüne, Türk milletine bağlılığını iddia ederse buna inanmak doğru olmaz” Türk milletinin en bariz vasıflarından biri de Türkçe dildir.’’ diyerek Türkçeye bağlılığın milli bir görev olduğunu vurgulamıştır.
Karamanoğlu Mehmet Bey’in 13 Mayıs 1277’de Türkçeyi resmi dil ilan etmiş, bayrağı kendinden sonraki birçok devlet, devlet adamı, yazar ve edip dalgalandırarak emaneti bizlere ulaştırmıştır. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan 2017 yılını ‘‘Türk Dil Yılı’’ olarak ilan etmiştir. Türkçe ile ilgili, araştırmalar, etkinlikler, yarışmalar organize edilerek Türkçenin dogru ve güzel kullanılması teşvik edilmiştir.
Tarihi sürecinde dil, aynı zamanda sosyal bir savaş alanı olup milletleri karıştırma ve coğrafyaları dilimleme silahı olarak kullanılmıştır. Sömürgeci güçler dilleri kullanarak devletleri farklı etnik gruplarla bölmeye çalışırlar. Dilden yoksun kalan toplumlar gelecek vaat edemezler. Dilini unutan toplumlarda yabancı istilası başlar. Tarihe baktığımız zaman coğrafyasında egemen olan güçlerin bir dil birliği etrafında devletler kurduğu ve egemenliklerini günümüze kadar taşıdığını görürüz. Tek millet ve ortak dil bağı ile birleşen ulusların kalıcı olduğu aşikârdır. Dil birliğini sağlayamayan devletlerin ayrılıkçı akımlarla parçalandığı malumdur. Osmanlı Devleti’nin dağılma sürecinde dil kartının kullanılarak azınlık grupların bağımsızlık ilan ettikleri de misaldir. Günümüzün de en bariz siyasi ve sosyal krizi hem Asya’da hem Avrupa’daki dil kökenli bağımsızlık dalgalanmalarıdır.
Bu gün ecdadımıza ait Osmanlıca eserleri okuyamamamızın sebebi, Osmanlıca ile dil bağımızın koparılmasıdır. Bir milletin can damarlarının nasıl kesildiğinin en somut örneğidir Osmanlıcanın yitirilişi. Cemil Meriç’in ifade ettiği gibi; “Kamusa uzanan el namusa uzanmıştır.” Altı yüz elli yıllık koca çınar, yetmiş iki milleti yaprak yaprak açarken batının bilim ve teknolojisi yerine kültürünü ve dilini, dilimize taşıyan aydınlarımız eliyle urgana çekilmiştir. Türkçemiz bugün batı dillerinin işgal girişimleriyle kirletilmekte, teknolojik, bilimsel temelli kelimeler bir kanser gibi dilimize yayılmaktadır. TDK dilimizi koruma konusunda yalnız bırakılmakta, basın ve yayın organları batı kültürünü boy boy sergilemektedir. Öyle ki köydeki çay ocağına Anadolu insanının sıcaklığını, sohbetini yansıtmayan ‘‘cafe’’ tabelası asılmaktadır. Aydın küreselleşme ihtiyacı ve elitlik(!) göstergesi olarak yabancı kelimelere sarılmakta, avam bilinçsizce yabancı kelime kullanmaktadır. Bu durumun, bilinçsiz beslenmekten ve bile bile vücuda uyuşturucu vermekten farkı yoktur.
Manevi mirasımız olan Türkçemize gereken hassasiyeti göstermeliyiz. Dilimizin millileşmesi için çaba göstermeli, yabancı dillerin saldırılarından korumalı, Türkçeyi doğru ve güzel kullanma konusunda duyarlı davranmalı, bu bilinci uyanık tutmalıyız. Bizim havamıza suyumuza, mizacımıza uygun kelimelerimiz varken yabancı kelimeleri özenti amaçlı kullanmamalıyız. Çağın ihtiyaçlarına cevap veren bir Türkçe için çalışmalıyız. Dil politikaları geliştirmeli, Türkçenin konuşulduğu coğrafyalarla gönül dillerimizi de birleştirmeli, Türkçenin tanıtımını yaparak dünyanın her köşesine ses bayrağımızı asmalıyız. Türkçe bindiğimiz daldır, incinmemek için o dalı kesmemeliyiz. Türkçemiz ana sütü gibi temiz, ona helal getirmemeli, ortak mirasımıza sahip çıkmalıyız. Türkçe Türk’ün kutsalıdır. Türkçe, Türklüğün şanı, şerefi ve bayrağıdır. Türkçe bizim kimliğimizdir, canımızdır, malımızdır. Bizler bu mirasın tapusunu tek parça olarak yarınlarımıza bırakmalıyız. Gelecek kuşaklara, Türk'e yakışır bir Türkçe bırakmalıyız. Türkçeyi oya oya, tel tel, iplik iplik işleyen ve geliştiren Yunuslar, Karacaoğlanlar, Mehmet Akifler, Ziya Gökapler, Mehmet Emin Yurdakullar, Yahya Kemaller, Necip Fazıllar, Rasim Özdenörenler, Mehmet Kaplanlar, Sezai Karakoçlar yetiştirmeliyiz.
Sözün özünü Nihal Atsız’la tamamlayalım: “Bir Millet ordusunu kaybedebilir; bağımsızlığını da kaybedebilir; fakat dilini sakladıkça o millet yaşıyor demektir.” Dilimiz kimliğimiz, parmak izimizdir. Türkçeyi Türkçe sevmeli, onu yaymalı ve yaşatmalıyız. Atatürk’ün: “Ülkesini, yüksek bağımsızlığını korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır.” sözünü kendimize düstur edinip dil savaşlarına ve yozlaşmaya karşı dilimizi korumalıyız.