Oblomovluk tembelliği, pesimizmi anlatmak için günümüzde de zaman zaman kullanılmakta. Ama burada hem Oblomov’a hem de Gonçarov’a ciddi bir haksızlık yapılmakta. Özünde tembel biri değildir Oblomov, ancak dışarıdaki dünyaya ve insanlara karşı duyduğu korku ve güvensizlik onu bu hale getirmiştir.
“İçimde olanları hissedemiyor musunuz?” diye söze başlardı. “Biliyorsunuz, rahat konuşamıyorum. İşte, elinizi verin, tam şurada beni önleyen bir şey var, sanki ağır, epey ağır bir taş orada duruyor, sanki epey derin bir keder yaşıyormuşum gibi, anlatılması zor. Böyle bir şey hem acıdan, hem neşeden olabilir. Kimi soluk almaz, acı çeker, kimi de ağlamak ister! Sanki çok büyük bir mutsuzluktan çıkmışım gibi, ağlasam belki rahatlarım.
İ. Gonçarov / Oblomov
Rus Edebiyatının en büyük ustalarından biri olan İvan Aleksandroviç Gonçarov (d. 18 Haziran 1812 – ö. 15 Eylül 1891) Simbirsk, şimdiki adıyla Ulyanovsk’ta doğmuştur. Babası zengin bir tahıl tüccarıdır. Moskova Devlet Üniversitesi’nden mezun olduktan sonra 30 yıl boyunca devlet memurluğu yapmıştır. 1859 yılında yayımladığı Oblomov adlı eseri özellikle 20. yüzyılda roman sanatının doruklarından biri olarak edebiyat tarihine geçmiştir.
En ünlü romanı olan Oblomov'un aynı isimli karakteri, "Oblomovluk" kavramının doğmasına da yol açmıştır. Bu kavram tembelliği, pesimizmi anlatmak için günümüzde bile zaman zaman kullanılmaktadır. Lakin kanımca burada hem Oblomov’a hem de Gonçarov’a ciddi bir haksızlık yapılmaktadır. Oblomovluk denilen şeyin ne olduğunu tam olarak anlayabilmek için Oblomov’un hikâyesine kısaca göz atmak gerekir.
***
Toprak sahibi soylu bir ailenin oğludur Oblomov. Üniversite eğitiminden sonra bir süre memuriyet yapmış fakat bir türlü dikiş tutturamamıştır. Anne babasının ölümünden sonra topraklarına dönmeyi istemez ve çiftliğini kâhyasına bırakıp kendi dünyasına çekilir. Çekildiği dünyasında yavaş yavaş mutlak eylemsizliği ilke olarak benimsemeye başlar. Hayattan ve dışarıdan kopar, üzerinden hiç çıkarmadığı sabahlığıyla (eski çevirilerde yanlışlıkla hırka olarak çevrilmiştir, aslı sabahlıktır) bütün gün planlar yapar, düşler kurar. Fakat bunları gerçekleştirmek için parmağını bile kıpırdatmaz. Özünde tembel biri değildir Oblomov, ancak dışarıdaki dünyaya ve insanlara karşı duyduğu korku ve güvensizlik onu bu hale getirmiştir. Yataktan çıkmayı bile anlamsız bulmaya başlar. Kâhyası çeşitli bahanelerle onu kandırıp sürekli daha az para göndermektedir. Bunu bilir Oblomov ama bir şeyleri değiştirmek için hiçbir şey yapamaz çünkü o artık kelimenin tam anlamıyla Oblomovlaşmıştır!
Oblomov’un anti tezi sayılabilecek olan yakın arkadaşı Stoltz enerjik, çalışkan, yaşam dolu, girişken bir tiplemedir. Metaforik olarak baktığımızda Oblomov doğuyu Stoltz batıyı, Oblomov ataleti Stoltz hareketi temsil ediyor diyebiliriz. Doğulu Rusya’nın üzerine sinen bezginlik Oblomov’da, Rus batılılaşma ve modernleşme ideali de Stoltz’da ete kemiğe bürünmüş olarak sunulmuştur. Stoltz, çeşitli seçenekler sunarak dostunu Oblomovluktan kurtarmak için sürekli mücadele eder. Fakat her seferinde Oblomovluğun kalın duvarlarına çarpar, onları bir türlü aşamaz.
***
Esasında Oblomov’a sirayet eden hal kaba bir tembellikten ziyade bir tür nihilizmdir (hiççilik). Çarlık Rusyası’nın son demlerini yaşadığı, pek çok değerin çürüdüğü, dejenere olduğu 19. yüzyılda Rus gençleri arasında hayli popüler olan nihilizm akımı Oblomov’un yazarını da derinden etkilemiştir. İçinde bulundukları durumdan memnun olmayan fakat geleceğe dair umutları da tükenmeye yüz tutmuş pek çok genç, nihilizmin her türden değeri yok sayan ve bir yönüyle pasif-anarşizmi çağrıştıran felsefesine sığınmıştır. Oblomov’u da tesirine alan bu nihilist rüzgârın birey üzerinde yarattığı etki tembellikten ziyade değersizlik, anlamsızlık hatta umutsuzluk olarak adlandırılmalıdır. Evet, olabildiğince tepkisiz ve eylemsizdir Oblomov. Ancak bunun nedeni tembelliği değil, dışındaki dünyaya duyduğu güvensizliği ve oradaki anlamsızlığı fark etmiş olmasıdır.
Pek çok yönüyle Oblomov, modernizm insanının erken dönem temsilcisidir. Bugün pek çoğumuz bizi umutsuzluğa düşüren, kaygı veren, anlamsız gelen bir çağın tam ortasında, bir yanımızla umutsuzca çabalayıp tutunmaya çalışırken, bir yanımızla da “şeffaf Oblomov hırkamıza” bürünüp, bütün bu çabanın esasında hiçbir işe yaramayacağının farkında olmaktan mütevellit antidepresanlara, survivor’lara, dizilere, futbola vs. sarılarak Oblomov’un zamana uyarlanmış halini yaşar gibiyiz. Özellikle bu coğrafyada, doğu ve batı arasında sıkışmışlığımızla hepimiz birer Oblomov taslağı değil miyiz?