Anacığımın evlatları gibi özene bezene baktığı çiçeklerinin kokusu, ikindi güneşinin bizim evin bahçesine usul usul düşmeye başlayan berraklığı ile bir araya gelince hiç bitmesini istemediğim huzur iklimi ve tadına doyulmaz bir yazma arzusu kaplar içimi...
Bendeniz gibi çocukluğunu köy yerinin havasıyla, suyuyla ve toprağının kokusuyla geçirenlerin dilinde hayıflanarak tütsülenen bir türküdür Cahit Sıtkı'nın Memleket İsterim şiiri:
Memleket isterim
Gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun;
Kuşların çiçeklerin diyarı olsun.
Memleket isterim
Ne başta dert, ne gönülde hasret olsun;
Kardeş kavgasına bir nihayet olsun.
Memleket isterim
Ne zengin fakir, ne sen ben farkı olsun;
Kış günü herkesin evi barkı olsun.
Memleket isterim
Yaşamak, sevmek gibi gönülden olsun;
Olursa bir şikayet ölümden olsun.
Bu yıl kaderimiz hangi türlü çeşit olaylarla eklemlenecek bilinmez ama umudu kesmemek lazım...O eski ve güzel günlerin getirdiği umutla şu lakırtıları yazarken anamın çiçeklerinin mis gibi kokusu satırların arasında dolaşıyor sanki...
Geçtiğimiz günlerde değerli şair büyüğüm Mehmet Ali Kalkan beylerle paylaştığım birkaç satır yazımızı şuracığa da iliklemek isterim:
Güneş, nazlı bir sevgili gibi yüzünü bir gösterip bir saklasa da velhasıl sıcaklar eskisi kadar olmasa da aman vermiyor...
Buna mukabil gün ışığı ile billurlaşan çiçekler, insana adeta sonbahar musikisi hoşluğu sunan kuş sesleri ve envai çeşit renklerle bezenmiş bu eşsiz doğa kartpostalının huyu suyu hürmetine her güzelin bir kötü huyu muhakkak vardır deyip kendimizi teskin ediyoruz...
Haşhaş çiçekleri, fesleğenler, ebegümeci, küpeli, bahçelerimizin pembe entarili hatmisi, morun en güzel tonunu giyinmiş endamı ile tam bir köy işvelisini andıran zambaklar, kaya diplerinin sevdalı türküsü çiğdemler ve daha neler...
Kırın, köyün, toprağın bereketinin ruhumuza işlediği fırça darbesidir bu doğanın nazlı sevdalıları...Kaderi Anadolu'nun kaderidir... Tıpkı cefakâr ve vefakâr Anadolu'nun her öyküsü gibi köklerinde büyük bir emeği, acıyı, zorluğu ve sevinçleri hüzünleri taşırlar sessiz sakin...O nedenledir ki bu çiçeklerin öyküsü Anadolu'nun öyküsüdür....
Biraz içimi dökesim mi gelmiş nedir? Kelimeler gönlümün barajını yıktı da sel olup taşıyor sanki...
Ara sıra uzaktan uzağa da olsa dost meclisinde dertleri ortaya saçıp birlikte ağıt yakmak iyi geliyor...
Yaz demişken çam, meşe, gürgen, ceviz....Anmadan olmaz herhal.... Kimisini asırları aşıp gelmiş sırlarıyla dağların, kırların, ovaların ihtiyar bilginleri olarak görmüşümdür oldum bittim...Ah bir gün gölgesine sırtımızı yasladığımız vakit dile gelse de kulağımıza tarihin bütün yaşanmışlıklarını fısıldasalar...
Serviler ölümü güzelleştiren serviler...Üstad Necip Fazıl'ın mısralarını hatırlarken rüzgarda hışırdayan yapraklarının 'hu' çekercesine zikrine kulak verelim:
“Tarihin gözleri var, surlarda delik delik;
“Servi, endamlı servi, ahirete perdelik...”
Duaya açılan elleri andıran dalları ile tam anlamıyla 'ahirete perdelik'tir servisler..
İkindinin tatlı esintisi, bizim evin önünü serinletirken az zaman sonra akşamın tatlı kızıllığına bırakacak yerini...
Bendeniz, yaşamımıza ahenk katan bu güzelim doğa manzarısına hem gözümü hem gönlümü kaptırmak için bir dahaki yazıda buluşmak dileğiyle izninizi istiyorum....
Kalın sağlıcakla....