Ablamın düğününden kalma takımları üstüme çekip Aliço ile buluşmak üzere dışarı çıktım. Bugün de keyfim nasıl gıcır. Güneş bugün sadece benim üzerime doğmuş sanki. Daha sokağa adımı atar atmaz doğanın o mis gibi kokusunu içime çekiyorum.
Bizim oralara kapitalizm tam türüs uğramadığı için masmavi gökyüzümüz, yemyeşil dağımız bayırımız yerli yerinde duruyor çok şükür. Şu şehirli milletine nasıl da üzülüyorum. Biz kasabalıların nimet olarak gördüğü her şey bütünüyle yabancı artık onlara. Ellerinde avuçlarında kalan şeyleri de birkaç yıla kalmaz yitirip gidecekler.
Ah şu kapitalizm!
İnsanı zaman ve mekan farkındalığından çıkarıp taşlaşmış yapılar arasında taşlaşmış hayatlara mahkum eden iki gözü kör olasıca kapitalizm! Dün modernite ve bugün de post-modernite diye adlandırılan bu döngü içerisinde insan her geçen gün daha da esir bir hayat yaşıyor sanki. Üstüne üstlük 70 yıldır iç göçle birlikte gelen plansız ve ön görüsüz kentleşme politikalarının sonucu olarak orantısız kalabalıklar ve bu kalabalıklara yaşam alanları üretmek için yapılan zevksiz, çirkin yapılaşmalar kent hayatını daha da çekilmez hale getiriyor. İddia ediyorum bu Yeni Türkiye’yi görselerdi ne Yahya Kemal Aziz İstanbul'u, ne Necip Fazıl Canım İstanbul'u, ne Nazım Hikmet Memleketimden İnsan Manzaralarını, ne Orhan Veli İstanbul"u Dinliyorum'u ne de Ahmet Hamdi Tanpınar Bursa'da Zaman'ı yazabilirdi…
Hızlı ve bir o kadar ağır çalışma koşullarının içerisinde insan, sevindiğinde gülmeye, üzüldüğünde ağlamaya vakit bulamıyor söz gelimi. Kentli dostlarım bana kızmasınlar ama bunca kaosun, telaşın ve zamansızlığın içerisinde benliğinden soyutlanmış kendi hayatının bile öznesi olamayan nesneden ibaretsiniz.
Butün bu düşünceler arasında saate baktım. Aliço ile buluşmaya az bir zaman kalmış Hoş bir kere bile randevusuna zamanında geldiğini görmediğim için epey zaman var da diyebilirim. Fırsat bu fırsat deyip bizim Bakkal Rıza dayıdan günlük birkaç gazete alayım da Kahveci Muzaffer’in tadına doyumsuz çayını yudumlaya yudumlaya okuyayım diyorum.
Kasabada meydanında ihtiyar çınar ağacının gölgesinde hem çay keyfi hem de gazete keyfi pek güzel oluyor vesselam. Daha ilk sayfadan itibaren günden güne artan hayat pahalılığı yüzüme çarpıverdi.
Benzine zam!
Elektriğe zam!
Doğalgaza zam!
Ekmeğe zam!
Suya zam!
Zam oğlu zam! Yahu şu politikacı milleti herhalde sürekli zam yapmak için dünyaya gelmiş olsa gerek. Biz vatandaşlar yıllarca iyi yaşamışız valla. Yaşamak da denilmez ya. Her şeyin en pahalısını kullanıyoruz be birader. Yahu ham maddesi biz de olanın bile en pahalısını yiyip içiyor, giyip kuşanıyoruz. Bizim politikacıların da suçu yok canım. Suçlu belli dış güçler!
Devam edelim okumaya… İktidar Partisi Lider, Ana Muhalefet Partisi liderine şunu dedi, Ana Muhalefet Partisi Lideri, İktidar Partisi Liderine şöyle yüklendi, böyle yüklendi. Yahu zamların içimizi kararttığı yetmiyormuş gibi bir de politikacı taifesinin eleştiri adı altında küfürleşmesini çekiyoruz. En iyi küfürleri bilen diğerine galip geliyor. Onlar galip gele dursun olan vatandaşa oluyor.
Ben bu düşüncelerle içim içimi yerken Aliço çıkıp gelmiş hiç farkında değilim. Birden o hırıltılı sesini duydum.
-Boşuna okuma birader memleketin durumu bitik. Kaç yıldır böyle gelmiş böyle gider. Ne sen ne ben değiştirebiliriz. Hazineden geçinmeli bu adamlar vatandaşın sırtına hayat pahalılığını yükler, vergilerle anasını ağlatır ama politikadan kazandığıyla yedi ceddini ihya eder.
-Hem haklısın hem haksızsın Aliço. Politikacı milleti böyle evet ama değiştimek bizim elimizde. Sesimi çıkarmayı, haksızlığa, zulme dur demeyi anarşistlik kabul etmişiz. İki eylem yapan dördüğümüzde bozguncu zannetmişiz. Oysa isyan etmek, karşı çıkmak bizim anayasal hakkımız kardeşim. Hem yahu bu adamlar senin benim vekilim değil mi? Bizim oylarla gelmediler mi? Bizi temsil etmiyorlar mı? Bir nevi aynamız değiller mi? Biz nasıl yakıştıralım böylesi vekili kendimize. Biz böyle miyiz ki vekilimiz böyle olsun. Yahu sen yanında çalıştırdığın çırağının bile hatalı bir şey yaptı mı kulağını çekersin de bir daha yapmasın diye. Eee vekiline de karşı çıkmak, ona da doğru yolu göstermek senin vatandaşlık görevin değil midir? Hem Peygamber efendimizi zalime nasıl yardım edileceğini soran sahabeye; “Onu zulümden uzaklaştırırsın veya onun zulmüne engel olursun. İşte bu ona yapacağın yardımdır.” şeklinde buyurmadı mı? Nice İslam aliminin benzer yönde beyanları yok mu? Hal böyle ilen bunca haksızlığa karşı susmayı kendine nasıl layık görürsün…Miskinlik bize göre değil Aliço… Mücadele etmeliyiz. Üstelik yoldan sapanlar vekilimizse…
Aliço, ‘Haklısın Ulan, Haklısın! Aham da şuraya yazıyorum bundan böyle haksızlık karşısında susarsam, pusarsam dilim damağım kuruya.’
-Eh hadi öyleyse şu çayların parasını ödeyelim de kalkalım. Vakit epey oldu. Daha şehre ineceğiz de belediyeye uğrayacağız. Oradan Vergi Dairesi’ne. Oradan senin işi halletmek için Tapuya…Muzaffer Abi bizim hesap kaç para?
-12 Lira vercen Tevfik. Çaya zam geldi haberin yok mu?
-Haydaaaaaa