Bu baktığım üçüncü hasta oluyordu. 87 yaşında tatlı mı tatlı, nur yüzlü bir teyzeydi.
Hastaneye yatış sebebi beynine pıhtı atmasıymış. Bu yüzden tek tarafına felç inmiş zavallının. Üstelik konuşma melekelerini de yitirdiği için aramızda sözel iletişim olamıyordu. Genellikle zamanının çoğu uykuda geçiyordu hep.
Uyanık olduğu zamanlarda ise boş boş bakıyordu. Arkasında çatalının az üstünde yirmibeş gün yoğun bakımda kaldığından yatak yarası oluşmuş. Durum hiç iç açıcı gözükmüyordu. Hemşireler tarafından o bölgeye yapılan tek müdahale krem sürüp üzerini flasterle kapatmaktı.
Daha sonra bu işi benim yapmam gerektiği söylendi.
Teyze burnundan mideye kadar inen hortumla besleniyordu. İki saatte bir enjektörle yüz seksen cc mama ve yüz yirmi cc su veriyordum.
Bunun yanı sıra ilaç saatlerini aksatmıyordum.
Kaldığımız oda iki kişilikti.
Pencere tarafında evli genç bir kadın hasta daha vardı. Beyin kanaması geçirmiş. Yaşı kaç bilmem ama otuzunda bile yoktu sanırım.
Hiç eksilmeyen ziyaretçileri ve sürekli değişen refakatçıları oluyordu. Sonradan öğrendiğim kadarıyla çalışmadığı zamanlar yanında kocası diğer zamanlar ise anne, babası yanındaydı sürekli.
Onlarla aramızda çekersek bir perde çekmezsek cümbür cemaat göz göze geliyorduk. Ne bilim insan biraz mahcup biraz sıkılan oluyordu.
Hoş bir durum değildi benim açımdan ama "Lütfen bizi özel bir odaya alın" diyebilecek lükse sahip olamadığımdan idare etme yolu kalıyordu.
Ne çok geleni gideni oluyordu maşallah. Bu çok güzel bir şey tabi ki ama ziyaretin kısa olanı makbul değil miydi? Onlar adeta yazlık sinemaya gelmiş gibi hasta yatakta diğerleri yatağın etrafında halka yaparak çit çit çekirdek çitliyorlardı. Arkasından çeşit meyve.
Hele o salata. Yiye yiye bitiremediler üç gün boyunca. Hadi yemesine yiyorsunuz da artanını ağzı açık bir şekilde neden mini buzdolabı üzerinde bırakıyorsunuz. Arkadaş odadan dışarı çıkıp tekrar içeri girince sırf salata kokusu. Bir leğen dolusu salata getirilir mi?
Hastanın kocasıyla aynı yatakta yatıyor olması o da ayrı bir durum. Tuvalete bile beraber gidiyorlardı.
Yürüyemeyen bir hasta olsaydı anlardım ama ne bilim...
Kadının annesi kızına çok sevecendi. Gıpta ettim doğrusu. "Canın ne istiyor bebeğim, söyle prensesim."
Babası da öyleydi.
Hasta bi nazlı bi nazlıydı.
Benim evlenip hastaneye düşesim geldi. Hayatımda ilk kez bir hastane odasında bu kadar karısına düşkün bir koca ve kızlarının üstüne titreyen bir aile gördüm.
Bunlar evlerinde nasıl diye insanın aklına gelmiyor değil hani.