Cumhuriyetin mirasyedi çocukları tam olarak biz oluyoruz. Y kuşağının 2. yarısı ve Z kuşağının nerdeyse tamamı…

Neden mirasyedi kısmına gelecek olursak, o kadar çok sebep var ki… Bizler olayların cefa çeken tarafında değil de, sefa süren tarafında kaldık çünkü. Anadolu toplumunun yoksulluğunu romanlardan okuduk, filmlerden izledik, büyüklerden dinledik. Bizden önce ki jenerasyonun kıt kanaat imkanlarla geçim derdini dinlerken, 10 yıl öncesinin dinliyor gibi değil de bir asır öncesini dinler gibi dinledik. Sözün özü, bize yarım yamalak anlatılan ne varsa çoğuna kulak tıkadık…

Starbucks köşelerinde toplanmış arkadaşlarla işsizlikten bahsettik, az ilerde Burger King’de karnımızı doyururken ülkede ki yoksulluğu konuştuk, Zara’dan kıyafet bakarken asgari ücretin yetersizliğine değindik, boy aynasından CEO’larla yarışan sosyal medya profillerimizde paylaşmak için fotoğraf çekerken gelir eşitsizliğinden dem vurup, AVM’nin en üstünde sinema katına çıkarken ayak üstü ülkede ki piyasaların durumundan söz edip, altımızda orta veya ortanın üstü model bir arabayla benzin fiyatlarına da isyan ederek günü noktaladık.

***

“Bu ülkede yaşanmaz” diye ortalığı velveleye veren cumhuriyetin mirasyedi çocuklarının bir günü maalesef bu tezatlıklardan çok farklı değil. Bilişim, teknoloji, ulaşım, sosyal imkanlara erişim konularında cumhuriyetin en şanslı sayılabilecek nesli, “katma değer üretmek” fikir geliştirmekle meşgul olmak yerine, ortalama günde en az 6 saat gibi bir skorla, sosyal medyada koyun gibi beyinlerin güdüldüğü yerlerde otlamakla meşgul. Emek vermeden yemek kısmını görenler, işin mutfak kısmını bilmediği için döküp saçan şımarık çocuklar misali, sonradan görme aleni bir şekilde yollarını şaşırdılar. Bilinçsiz ebeveynler öncülük etti, satılık medya yol gösterdi…

***

Sonuçta hepimizi hayrete düşüren hedonist bir nesil peyda oldu. Bu nesil sosyal medyada aşık oldu, sosyal medyada ayrıldı, sosyal medyada yedi, içti, gezdi, sosyal medyada evlendi, sosyal medyada bir nesli dünyaya getirdi… Hepimiz onlar kadar çocuklarını da tanır olduk. Çocuğun ilk söylediği kelimeyi dahi biliyoruzdur mesela. Velhasılı kendileri için değil başkaları için yaşayan, gösteriş meraklısı, eziklik ve eksiklik psikolojisi taşıyan, hepimiz için ‘’geçmiş olsun’’ dediğim Cumhuriyet’in mirasyedi nesli…

Türkmen bir müşterim vardı, ülkelerinde bir kavanoz zeytinle bir kışlık palto aynı fiyat olduğu için zeytini herkesin alamadığını ve burada zeytine alıştıklarını, gidince zeytini özleyeceklerini söylemişti. Hayatımızda sıradan olan neredeyse her şey belki de milyonlarca insanın hayali. Biz yaşarken dilimizle ettiğimiz şükrü kalbimize yerleştiremedik. Osmanlı Devletin’nin zayıfladığı dönemlerde Yeniçeriler hükümranlık kurarken şöyle bir olay anlatılır. Yeniçerilere yemek dağıtılırken tek kepçe kullanılıyor ve son yağlı yemekten sonra kepçe hoşafa da sokulunca hoşaf yağlanıyormuş. Bunu gören bir devletli onları düşünerek her yemek için ayrı kepçe kullanılmasını emrediyor.Bu sefer Yeniçeriler ‘’Hoşafımızın yağı kesildi, hakkımızı isteriz’’ diye isyan ediyor. Sanırım şükrü kalbe indiremeyince, kendisi için iyiyi kötüyü ayırt edemeyen nesiller ortaya çıkıyor.

***

Peki bu başlı başına bir neslin sorunu mu? Hayır. Onları başıboş bırakan ebeveynlerin, yetiştiremeyen öğretmenlerin, sahip çıkamayan sistemin de sorunu… Yani hepimizin

Şapkayı önümüze koyup düşünmemiz gerek. Bir nesli kaybetmenin eşiğindeyken, elinden tutup nasıl yön verebiliriz? Ebeveynlerden Anadolu aydınına kadar herkese çok iş düşüyor. Fakat asıl yükü omuzlaması gereken, tam anlamıyla emanete sahip çıkamayan sistemdir. Sistemsiz bir sistemle yol almaya kalkınca, global sermayenin fikrini kuşanmaktan öteye gidemeyiz maalesef. Benim de dahil olduğum bu neslin içine düştüğü durumda ülke veya dava emanet edilecek gibi değil. Konunun uzmanları sorun ve çözümleriyle beraber bir rapor sunmalı gerekli birimlere. Aksi takdirde bu miras bitince elimizde Cumhuriyette çocuklar da daha vahim durumda olabilir…