Bu ülkenin kurucusu Tekke ve zaviyelere yuvalanan tarikat ve cemaatlerin ne olduğunu, ne tür belalar açacağını, Bundan teeeee 80 kusur yıl önce görmüş ve dinin tarikatlarla cemaatlerin elinden kurtarılması gerektiğini düşünerek bugün hala yürürlükte olan malum yasakları getirip diyaneti kurdurmuş…

İsteseydi dini top yekün yasaklayıp camileri kapattırabilirdi, bu güç ve dirayet onda vardı…

"O" diyerek tanımladığım kişinin Mutafa Kemal Atatürk olduğunu söylememe gerek yok ama, bazılarının tüylerini, diken diken etmek için adını anmakta fayda var!

"MUSTAFA KEMAL ATATÜRK"

Evet, tekrar söylüyorum; Atatürk isteseydi dini top yekün yasaklayabilirdi…

Yapmadı…

“Neden yapmadı?” sorusunun karşılığı tek değil, çok…

Ama en önemlisi, halkının dini hassasiyetlerinin farkında olmasıydı…

Halka dini doğru anlatmak için Kuran’ın Türkçe çevirisini yaptırdı…

Atatürk’ten nefret edenler onu en çok, din düşmanı olduğu iddiasıyla suçlayıp nefretlerini bu paradigma üzerine inşa ederler…

Kılık kıyafet ve şapka devrimi, ardından gelen ezanın Türkçe okunması kararı…

1932’den başlayarak 18 yıl boyunca ezan Türkçe okutuldu…

Neden?

Ezan’ın Türkçe okutulması din düşmanlığı mıdır, yoksa Türkçe konuşan, Türkçe düşünen, Türkçe hayal kuran, Türkçe rüya gören bir halkın anlayacağı dilde dinini öğrenmesi miydi amaç?

Bu arada anımsatmak isterim, Ezan'ın Türkçe okunmasının fikir babası en büyük Türkçü olarak kabul edilen, Türk milliyetçisi Ziya Göklap'tir ve şiirleri Atatürk'ü derinden etkilemiştir...

Mesela Gökalp bir şirinde aynen şöyle der:

Bir ülke ki Camiinde Türkçe ezan okunur,

Köylü anlar mânâsını namazdaki duanın

Bir ülke ki mektebinde Türkçe Kur’an okunur,

Küçük büyük herkes bilir buyruğunu Hudâ’nın...

Ey Türkoğlu, işte senin orasıdır Vatanın!

Gökalp bu şiirini 1918'de yazmış...

İşin daha da ilginç tarafıysa Erdoğan’ın hapis cezası almasına neden olan, “Minareler süngü kubbeler miğfer” diye 1997'de Siirt'te okuduğu şiirin Ziya Gökalp’e ait olduğu söylenmiş ama daha sonra, onun şiirine sonradan eklendiği ortaya çıkmıştı. Gerçek böyle olmasına rağmen Erdoğan, okuduğu dizelerin 1912’de yazılmış Gökalp’in şiirinin parçası olduğunu ısrarla ileri sürmeye devam etti.

İşte bu uygulamaları kendilerine kerteriz alan gericiler, tekke ve zaviyelerin kapatılmasıyla yer altına indi ve hem Atatürk, hem de laiklik ve cumhuriyet düşmanlığının zehrini günümüze kadar yaymayı başardılar.

Ne yazık ki bu zehir gizliden gizliye yayılırken Atatürk’ten sonra devleti yönetenler, panzehir geliştirmeyi başaramadı.

Ezan’ın neden Türkçe okutulmak istendiğini, tekke ve zaviyelerin neden kapatıldığını halka anlatmaya gerek duymadılar.

İşte Atatürk'ten sonra gelenlerin en startejik hatası buydu, ki, bugün hala bunun ceremesini çekiyoruz...

Diyanet zamanla cemaat ve tarikatların kontrolüne girerek, cumhuriyet ve Atatürk düşmanları tarafından ele geçirildi.

Tekke ve zaviyeler kanunu hala yürürlükte ama uygulanıyor mu, hayır!

Neden?

Çünkü, tarikat ve cemaatler ve bilakis aşiretler, 1950’li yıllardan sonra (demokrat partiyle birlikte) siyasi partilerin oy potansiyelini oluşturdular…

İktidara yakın cemaat ve tarikatlar siyasileri ayakta tuttu, siyasiler de tarikatlara, cemaatlere göz yumup onların devletin içine kadar sızmasına zemin hazırladı…

Her siyasi iktidar döneminde böyle oldu ama hiçbiri son 19 yıllık Ak Parti iktidarının yaptığını yapmamıştı!

İşte bakınız Fetullah Gülen cemaati, bakınız 15 Temmuz’da başımıza gelenler.

Eskiden gizlice yapılan zikirler, ayinler alenen yapılır oldu…

“Dindar nesil yetiştireceğiz” söylemi ile tüm cumhuriyet ve Atatürk düşmanları inlerinden başlarını uzatarak kin, nefret ve intikam naralarını kusmaya başladılar.

Sadece tarikat ve cemaatler de değil, devlet destekli vakıflar da cabası.

Ensar vakfında yaşanan rezalete rağmen bunlara kimse toz kondurmadı…

Gazeteci İsmail Saymaz’ın “Şehvetiye Tarikatı” ve Timur Soykan’ın “badeci şeyhin sır odası” kitapları rezilliğin, pespayeliğin hangi boyutlarda olduğunu toplumun yüzüne vurdu, vurmasına da…

Ne değişti?

......?!

Oysa 28 şubat 1997 sürecinde Müslüm Gündüz ile Ali Kalkancı olayları çoktan unutulmuştu bile…

Ve Uşşaki tarikatı lideri Fatih Nurullah'ın yaptıkları ortaya çıkana kadar…

Tarikatlar olmuş “tahrikat” yuvası…

Nereden tutarsanız tutun elinizde kalacak, savunulacak bir tarafı yok; öyle ki Diyanet bile istemeye istemeye olanları lanetlemek durumunda kaldı, kalmasına ama birileri durumdan rahatsız olmuş ki, olayla ilgili haberlere yayın yasağı getirdi…

Sanki yayın yasağı gelince, o olay hiç yaşanmamış olacak.

Ensar olayı ilk patak verdiğinde ne demişti dönemin Aile Bakanı Sema Ramazanoğlu “bir kereden bir şey olmaz…”

Bir kereden ne çok şey olduğunu anlamayanlar yok sanıyorsanız yanılırsınız...

O gün de mevcut iktidar olayı yok sayma çabası içindeydi…

2016’da yaşanan Ensar Vakfı olayından bu yana 4 yıl geçti, peki ne değişti?

Hiç...

Kuran kurslarından, cemaat ve tarikatlardan onlarca benzer rezil haberler geldi…

Belli ki devlet ve devleti yöneten iktidar tarikat ve cemaatler konusunda dizginleri kaptırmış durumda.

Fetö faciasına rağmen ders almışa da benzemiyor… Hangi bakanlık, hangi devlet kurumu, hangi cemaat ya da tarikatın kontrolünde açık açık dillendiriliyor…

15 Temmuz gecesi hain Fetö darbe girişimiyle uçurumdan yuvarlanan Türkiye Cumhuriyeti henüz dibe vurmadı, uçurumdan düşmeye devam ediyor.

Dibe vurduğumuzda, tekrar toparlanır mıyız, yoksa dağılır mıyız, inanın bugünkü tabloya bakınca umutlu konuşamıyorum.

En ufak eleştiriden bile “tahrik"at(!) olan güruhun tepkilerini gördükçe, bizi Allah bile kurtaramaz diyorum…

Kitabında, “akletmez misiniz” diye uyardığı halde aklını kullanamayıp, hacılardan hocalardan, şeyh ve şıhlardan medet uman, okumayan, tembellik eden, çağın gerektirdiği teknolojiyi üretmeyene Allah niye yardım etsin ki?!

@SuatOktySnck

YAZIMIN VİDEOSUNU İZLEMEK İÇİN TIKLAYIN: