Bi kere boyum çok uzun…
Şaka tabi.
Ama benim derdim boy uzunluğu değil…
Bavuldaki ilk yazım böyle olsun.
Belki biraz karamsar ama gün gelecek ben de çiçeklerden böceklerden,
Rüyalardan ve hülyalardan söz edecem...
Zira gerçekler çok acı!
Çünkü artık insan olanın ya da insan olmaya çalışanın bütün meselesi nefes almak veya almamak...
Oysa ben nefes almak istemiyorum!
Evet evet, nefes almak zûl geliyor bana şu an...
Bilmem sizde de oluyor mu aynı şey, aldığınız nefes ciğerlerinizi yakar, pişman eder ya yaşadığına...
Yok yok, hava kirliliğinden, çevre ve doğa katliamından öte benim ima etmek istediğim...
İnsan kirliliği bu...
Ya da vicdan kirlenmesi de demek mümkün...
***
İşte bu ortamda nefes almak istemiyorum, gözlerimi yumup her şeyin yok olmasını, yaşadığımın bir kâbus olmasını diliyorum...
Gözlerimi açtığımda ya da uyandığımda her şeyin değişeceğini ummak ne büyük ve bir o kadar da ne saçma bir hayal değil mi?
Dünyanın, yaşadığımız hayatın yalan olduğu kadar gerçek bir boyutta yaşıyoruz.
Ben aslında yokum, hiç yaşamadım, asla var olmadım demek isterdim...
Kim bilir belki de yokum...
Sizin okuduğunuz bu satırlar yok, bu konuşan adam sadece bir görüntüden ibaret...
Değersiz, sıfatsız, tanımsız; görüntü bile değil ki, gölge diyeyim kendime...
Makam, mevki, para pul, katlar, yatlar, atlar, silah ve avratlar!
Ama en yakını, canı ciğeri tarafından, "paragöz" suçlamasına maruz kalınca, işte tam o anda bir silahtan çıkmış mermi gibi deler yüreğini her harf, her kelime ve her satır, makineli tüfekten çıkarcasına... ama öldürmez ağızdan patlayan o malum sözler, sadece akıtır zehrini yüreğine...
İşte o an nefes almak haramdır, haram bir adım daha yaklaştırır cehenneme...
Sahi cennet var mı ki, cehennem olsun!
***
Belki de her insan kendi cehennemini yaşar ya da yaşatır, hem kendine, hem de sevdiklerine...
Ben de nefes almak istemiyorum artık, gözlerimi yummak ve bir daha uyanmamak...
Bilsem ki her şey düzelecek, bilsem ki gözler yumulunca her şey sıfırlanacak...
Bilsem ki, yalan dolan bitecek...
Yumarım gözlerimi, derin, bir o kadar da sığ bir uykuya dalar, uyandığımda tüm kötülükler bitmiş, riya rüyaymış, derdim...
"Ne acelen var, er ya da geç o dediğin olacak, Sultan Süleyman'a kalmamış bu dünya, sana mı kalacak?" dediğinizi duyar gibiyim...
Ben bunu biliyorum da, bilmeyenler var, üç kuruşa, bir koltuğa tamah edenler, ekmek ile insanları kendine köle yapanları gördükçe, umudum kırılıyor, yarına dair bir karanlık çöküyor...
Bu sözlerimden kimse ölmek istediğimi zannetmesin.
Beni derdim ya da istediğim ölmek değil, isyanım çürümüşlüğe...
Yükselen ve hızla etrafımıza saran kötülüğe çaresiz kalmamın, çaresizliği...
Bu ruh halim yeni de değil... 4 Kasım 2001'de bu ruh halim bana şu şiiri yazdırmış:
***
Bu akşam hava ölmek için çok güzel,
ölmek, hani toprağa gömülmeden önce yıkanıp
ardından kefenlenme var ya, ondan...
Gökyüzünde yıldızlar ışıldıyor,
rüzgar sert esiyor, dudakları çatlatıyor bu gece
caddelerde kimse yok, yollar boş, bom boş...
Hava ölmeye müsait, ölüp gitmeye,
dertlerden, sorunlardan, sıkıntılardan ve
düşmanlardan kurtulmaya...
Benim mücadele edecek gücüm var hala,
hava varsın ölmeye uygun olsun,
acelesi olan varsa önden buyursun!